10 Mayıs 2015 Pazar

Bebeklerde Gaz Sancısı (Kolik) nedenleri

Yorgunluk bebeklerde ağlamaya yol açan en önemli nedendir.
Koliği açıklamaya yönelik çeşitli teori­ler öne sürülmüştür, ancak nedeni kesin aydınlatıla­mamıştır. Kolik, normal ağlamanın üst ucu olarak tanımlanmaktadır. Genellikle ağlamanın toplam süre­si ve sıklığından daha çok, bir nöbetteki ağlama süresindeki artma sorun oluşturmaktadır. Bu ağla­ma biçimini normal ağlama ve başka nedenlere bağlı olarak oluşan ağlamalardan ayırt etmek gerekir. Kolik nedenini açıklamak üzere yapılan çalışma­larda iki faktör ön plana çıkmaktadır.
  1. Mide – barsak sistemi kaynaklı olmayan kolik nedenleri
  2. Mide – barsak sistemine bağlı kolik nedenleri

Mide – barsak sistemi kaynaklı olmayan kolik nedenleri

  • Nörogelişimsel: Çalışmalar koliğin bebeklerdeki normal ağlamanın en üst noktası olduğunu göster­mektedir. Kolikli bebeklerde ağlama örüntüsü nor­mal bebeklerle aynıdır. Ancak, kolikli bebekler daha uzun süre ağlar, kolaylıkla susturulamazlar. Pek çok bebekte dördüncü ayda koliğin ortadan kalkması bu teoriyi desteklemektedir.kolik-bebek-nedir-nedenleri-tedavisi
  • Psikolojik: Kolik bebek ve çevre arasında yeter­siz bağdan kaynaklanan davranış sorunlarının en erken örneği olarak tanımlanmıştır. Ancak, bu bebeklerin davranış sorunları olduğu teorisi kolik olan bebeklerin ileri yaşlarında takip edildiği çalışmalarla desteklenmemiştir Gebelikte stres ve fiziksel yakınmalar, aile içi sorunlar ve doğumda olumsuz tecrübeler de kolik gelişimiyle ilişkili bulunmuştur. Gebelikte annenin endişeli olması ve annenin alkol tüketimi kolik riskini artırmaktadır. Ayrıca genç anne, anne­nin eğitim düzeyi, baba ile birlikte yaşamama, sosyal desteğin yetersiz olması da diğer faktörler­dir. Ülkemizde yapılan bir çalışmada doğum sonrası depresyonun kolik nedeni olabileceği bildirilmiştir.
  • Normal ya da anormal fizyoloji: Bazı yazarlar pek çok kolik vakasının hastalıktan çok davranış ve biyolojik faktörlerden kaynaklandığı­na inanmaktadır. Bu bakış açısı otonom sinir sis­teminin dengesinin normal olduğunu gösteren çalışmalar tarafından desteklenmektedir. Bununla birlikte bazı çalışmalar bu bebekler­de biliyer sistem (Safranın oluştuğu, yoğunlaştığı ve kara­ciğerden on iki parmak barsağına (ince barsağın ilk kısmına) taşındığı organlar ve kanallar.) fizyolojisinin anormal olduğunu bildirmektedir.
  • Diğer nedenler: Kolik için en fazla kabul gören açıklamalardan biri de erken yenidoğan dönemin­de, bebekte dışarıdan gelen uyarıları engelleyici bir mekanizmanın var olması, birinci ay içinde bu engelleyici mekanizmanın ortadan kalkması ve bebeğin dış uyaranlara karşı daha uyanık, daha duyarlı hale gelmesi şeklindedir. Çok sayıda uya­ranla karşılaşan bebek, akşam saatlerinde iyice gergin ve uyarılmış olur. Sonuçta, nedensiz ağla­malar görülür. Beşinci ayın sonunda, bebek, bu uyaranlarla baş edebilmeye başlar ve kolik sona erer. Bazı araştırmalar kolikli bebeklerde sinir sistemi aktivitesininin arttığını bildirmektedir. Nedeni tam olarak bilin­memekle beraber, koliği artırıcı çevresel bir fak­tör olarak, sigara dumanı gösterilmiştir. Evde sigara içen birey sayısı ne kadar fazla ise, bebekte kolik görülme olasılığı ve şiddeti o kadar fazladır. Baba günde 15’den fazla, anne gebelikte günde ondan fazla sigara içmişse ve doğumdan sonra da içmeye devam ediyorsa, kolik % 69 daha sık görülmektedir. Başka bir çalış­mada ise anne gebelikte ve doğumdan sonra siga­ra içiyorsa riskin 1.5 kat arttığı bildirilmektedir. Düşük doğum ağırlığının kolik riskini artırdı­ğını gösteren çalışmalar da bulunmaktadır.

Mide – barsak sistemine bağlı kolik nedenleri

  • Beslenme: Biberonla besleme, yatay pozisyonda besleme ve beslenme sonrası gaz çıkarmama kolik nedenidir. Anne sütü ile beslenme ilk altı ayda tek koruyucu faktör olarak kabul edilmektedir. Anne sütü alan bebek­lerde almayanlara göre risk 1.8 daha azdır. Ancak, anne sütünün koliğe karşı koruyucu olmadığını söyleyen araştırmalarda vardır.
  • Alerji: Yine bir araştırma koliğin inek sütü proteini­ne karşı alerji nedeniyle ortaya çıktığını bildirmektedir. Buna karşın başka bir çalışmada kolikte daha az alerjik madde içeren mama kullanımının işe yaramadığını ileri sürülmektedir. Besin alerjisi bu bebeklerin çok az kısmında neden olabilir.
  • Mide- bağırsak hormonları: Kolikli bebeklerde (vazoaktif intestinal peptit ve motilin) iki hormonun düzeylerinin yükseldiği bilinmektedir. Daha sonra kolik geli­şen bebeklerde yaşamın ilk günlerinde bu hormonların yükselmesi kolikte anormal mid eve bağırsak sistem sorunlarına işaret eder.
  • Reflü (GER): koliğin reflünün tek belirtisi olabileceği ileri sürülmekte­dir.
Bugüne kadar koliğin nedenine dair yapılan araştırmalardan önemli olanlarının sonuçlarını sizin için derledik. Aslında koliğin nedenleri konusunda ebeveyn olarak almanız gereken en önemli mesaj, koliğin anne babanın tutumları sonucunda ortaya çıkmadığı­dır. Anne ve baba her şeyi doğru yapsa bile durum tamamen aynı olabilir. Yapılabilecek en doğru şey, bebeğin ağlaması konusunda akılcı davranmaktır. Ancak, her anne-babanın bildiği gibi, bu yaklaşım kolay olmayabilir.

Bebeğim kolik nedeniyle mi ağlıyor yoksa nedeni başka mı?

Bebeklerde ağlamaya neden olan ve kolik ağlamasıyla karıştırılan diğer nedenler şunlardır:

  • İnfeksiyonlar: Otitis media, idrar yolu infeksiyonu, stomatit, menenjit
  • Mide-Bağırsak sorunlar: Peristaltizm sorunları, gastroözofageal reflü, invajinasyon, herni
  • Travma: Korneal abrazyon, gözde yabancı cisim, parmağa saç turnikesi, çocuk istismarı
  • Beslenme: Anne sütünden geçen ilaçlar, inek sütü alerjisi
  • İlaç reaksiyonu: Aşı reaksiyonu, yenidoğanlarda ilaç yoksunluğu
  • Nörolojik: West sendromu, olgunlaşma gecikmesi
  • Kardiyovasküler: Aritmi (supraventriküler taşi-kardi), konjestif kalp yetersizliği.

Bebeklerde gaz sanıcısını (koliği) gidermek için öneriler

Bebeklerde gaz sanıcısını (kolik) tedavisi

Kolikum infantumun etkili bir tedavisi yoktur. 2001 yılı başında yayınlanan bir çalışmada davranış teda­visinin biraz daha etkili olduğu belirtilmiştir.
Yorgunluk bebeklerde ağlamaya yol açan en önemli nedendir.
Aşırı ağlamayı azaltmaya yönelik girişimler: Bazı davranış değişiklikleri ile nöbetlerin sıklığı değil ama süresi azaltılabilir. Ebeveynler ağlayan bebeği ne zaman kucaklarına almaları gerektiğini bilmelidir. Her bebek için ayrı bir yaklaşım gerek­mektedir. Örneğin, kendi kendini sakinleştirme yeteneği olmayan bebekler ağlamaya başlamadan önce hafif ağlamaları başlarken ele alınmalıdırlar. Bu bebeklerde vertikal sallama yararlı olabilir. Bu bebekler aşırı gürültü ve parlak ışıktan korunma­lıdır. Anne kucağına almadan önce sakin bir sesle yanıt vermeli, bebeği yatıştırmaya çalışmalıdır. Bebeğin ağlamalarına sözlü yanıtlar vermek, göz teması ve vokalizasyon yararlı olabilir. Düzenli olarak sallanma bazı çocuklarda vestibüler uyarı için yararlı olabilir. Araştırmalar bu çocukların ileri yaşlarda biraz iştahsız olduğunu ve daha sık karın ağrısı çektiklerini göstermektedir.

Bebeklerde gaz sanıcısı tedavisi (kolik) için diyet değişikliği

Tek başına anne sütü ile beslenen bebeklerde diyet değişikliği yapmaya gerek yoktur. Anne sütü başlıca koruyucu faktördür. Her öğünde iki memeyi bir­den emzirmeye çalışmak bebeğin laktozdan zengin önsütü aşırı almasına neden olduğu için gaz sancılarına yol açabilir. Bu nedenle bebek bir memeyi tama­men bırakana dek o memeden emzirilmelidir. Anne ağlamaların belirgin biçimde kendi yediklerinden etkilendiğini belirtiyorsa bu besinleri diyetinden çıkarabilir. Bir derlemede süt ve süt ürünleri, buğ­day, yumurta ve fındığın diyetten çıkarılmasının yararı olacağı bildirilmiştir.
Aileler mama ile beslenen bebeklerde sıklıkla ne ile beslemeleri gerektiğini merak eder. Bir randomize kontrollü çalışmada kolikli bebeklerde soya bazlı formülalar ile iyi yanıt alındığı bildirilirken, diğer bir çalışmada tam tersi sonuç alınmıştır. Ayrıca, soya proteinene karşı da alerji gelişebilir. AAP soya bazlı mamaların kullanımını önermemektedir. Yapılan çalışmalarda laktaz enzimli ya da liften zengin mamaların plasebo göre etkin olmadığı gösterilmiş­tir. Ailede atopi öyküsü bulunan bebeklerde hipo-alerjen mama kullanımı konusunda da karışıklık bulunmaktadır. Tek başına anne sütü ile beslenmeyen bebeklerde kazein hidrozilat mamalar kullanıldığında ağlama nöbetlerinde azalma oduğunu gösteren çalış­malar az sayıda bebekte yapılmıştır. Hipoalerjen mamalar bir hafta denenebilir. Ayrıca, inek sütü pro­teinine intolerans sonucu gelişen GER ve kanlı dışkı-lama vakalarında kullanılabilir. Hipoalerjen mama­ların besin alerjisinin infantil kolikli bebeklerin ufak bir yüzdesinde semptomlardan sorumlu olduğu çoğu kolikli bebekte ağlamayı azaltmayacağı üstelik diye­te umut bağlamış ailelerin endişesini artırabileceği unutulmamalıdır. Kısmen hidrolize, fruktoz ve oligosakkarid içeren yeni bir mamanın standart formüla ve simetikon ile karşılaştırıldığında ağlama epizodlarını azalttığı bildirilmektedir.

Bebeklerde gaz sanıcısını gidermek için bitkisel çaylar

Bitkisel çayların kolik tedavisinde etkili olduğunu gösteren araştırma az sayıdadır. Rezene, meyan kökü, papatya kolik tedavisinde en sık kulla­nılan bitkilerdir. Melisa, rezene ve matricariae recutita karışımıyla yapılan çalışmada bir haftadan sonra ağlama zamanı azalmış, yan etki saptanmamıştır. Yine bir araştırmada kolikli bebeklerde beş değişik bitkinin karışımından yapılan bir bitkisel çay kullanmışlar ve anlamlı etkili bulmuşlardır. Ancak, bu çalışma teknik olarak eleştiri almıştır. Rezene çekir­deği yağı ile masaj da koliği azaltmada plasebodan etkin bulunmuştur. “Gripe water” pek çok bitki karışımından oluşan gaz nedeniyle oluşan sıkıntısı gidermek için kullanılan bir üründür. Yurtdışında online bulunabilen bu ürünün şeker ve alkol içerme­yenleri tercih edilmelidir. Bitkisel çayların tedavi amaçlı kullanımında çekinceler doz ve içeriklerinin standardize olmaması, normal beslemeyi bozmaları ve içerdikleri toksik maddelere bağlı ciddi hatta ölümcül yan etkilerin görülmesidir.

Bebeklerde gaz sanıcısını gidermek için ilaç tedavisi

  1. Antispazmodikler: Sık kullanılmakla birlikte kontrollü çalışma yoktur. Sütçocuklarında apne ve solunum problemlerine yol açabilir.
  2. Antikolinerjikler: Sistematik derlemelerde plase­bodan daha etkili olduğu bildirilmektedir. En sık kullanılan ajan dicylomine, apneye neden olduğundan altı aydan küçük bebeklerde kullanıl­mamaktadır. Cimetropium, İtalya’da infantil kolik tedavisinde sık kullanılan bir ajan olup plaseboya göre ağlama krizlerinin süresini azalttığı gösteril­miştir. En önemli yan etkisi uyku halidir. Ciddi yan etki bildirilmemiştir.
  3. Sedatifler ve analjezikler: Ampirik olarak kulla­nılan bu ilaçların kolik ataklarını azalttığına yöne­lik kesin çalışmalar yoktur. Çok aşırı ağlaması olan bebeklerde geçici sedasyon sağlamak ama­cıyla kullanılabileceği savunuluyor. Ancak, bu tür ilaçların bebeği aşırı uyutarak beslenmesinin aksamasına yol açabileceği akılda tutulmalıdır.
  4. Simetikon: Metcalf ve ark. tarafından yapılan çalışmada % 48 oranında etkili olduğu belirtil­miştir. Ancak, simetikona yanıt vermeyen bebek­lerin % 37’si plaseboya yanıt vermiş, ayrıca simetikona yanıt verenlerin % 20’si aynı zamanda plaseboya da yanıt vermiştir. Bu durumda simetikonun etkinliğinin plasebodan farklı olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Gaz sancısı (kolik) nedeniyle ağlayan bebek nasıl sakinleştirilir

Davranışsal kolik tedavisi

Ağlayan bebeği yatıştırmak için birçok yöntem var­dır. Ancak, bir bebeğin yatıştırılmasını sağlayan bir yöntem bir diğerinin daha çok ağlamasına yol açabi­lir. Bir yöntemden diğerine geçiş yapmak ya da aynı anda birden fazla yöntemi kullanmak uyarıcı olabilir ve koliği artırabilir. Yavaş tonda bir şeyler mırıldanır­ken bebeği hafifçe sallamak, genellikle yararlı olmak­tadır. Aşağıdaki yöntemler, ağlayan bebeği rahatlat­mak için denenebilir:
  • Bebeğin kucakta, pusette, yatağında, hamakta, bebek altı haftalıktan büyükse otomatik bebek salıncağında ritmik şekilde sallanması. Çok sert sallama boyunda yaralanmaya yol açabileceğin­den dikkatli olmak gerekir.
  • Arabasıyla gezdirmek. Hatta, bebeği arabasında gezdirirken saatte 80-90 km hızla giden bir araba hissi veren sakinleştirme amaçlı araçlar da yapıl­mıştır.
  • Bebeğin kanguru içinde ya da annenin/bakıcının kucağında tutulması. Bazı bebekleri sıkıca, kun­daklar gibi sarmak işe yarayabilir.
  • Bebeğin kucağa alınıp annenin/bakıcının göğsüne yaslanmış şekilde tutulması. Sarılmak, bebekte güven hissi uyandırır. Bu arada, sırtına, hafifçe, aralıklı olarak minik vuruşlar uygulamanın da yararı olur.
  • Karına sıcak havlu uygulaması
  • Bebeğe ılık banyoya yaptırma
  • Şarkı söylemek. Bebeğin hangi müzik türünden hoşlandığını keşfetmeye çalışmalıdır. Beğendiği bir melodi tekrar tekrar söylenebilir.
  • Ritmik seslerden yararlanma. Birçok bebek vanti­latör ya da elektrik süpürgesinin sesiyle, rahim içinde duyduğu guruldamaların teyp kaydıyla, doğadaki seslerle ya da babalarının sesleriyle sakinleşebilmektedir.
  • Bebeğe masaj yapılması. Okşanmaktan ve doku­nulmaktan hoşlanan bebekler için masaj, sakin­leştirici olabilir.
  • Kısa bir süre, annenin/bakıcının sırt üstü yatarak bebeği, üzerine yüzü koyun yatırması.
  • Basınç uygulama tekniği: Bebek kucağa alınır, annenin/bakıcının karnı üzerine yatırılır ve hafif­çe sırtına vurulur ya da sırtı sıvazlanır. Bu, birçok bebeğin çok sevdiği bir yöntemdir.
Bu tedavi yöntemlerinin hiçbirinin etkinliği iyi düzenlenmiş çalışmalar ile gösterilmemiştir. Bu uygulamalar plasebo ile bile çözüm bulunabilen bir sorun için seçilecek en ucuz yöntem olması, farma­kolojik tedavilere ve diyet değişimıne göre daha güvenli ve daha az dramatik olması nedeni ile öneri­lebilir. Ancak, bu yöntemleri önerirken bebeği aşırı uyarmaktan kaçınmalarını ve olası kazalara karşı uyanık olmalarını anımsatmak uygun olur.

Koliğe iyi gelen diğer yöntemler

Bebeği kurutma makinesi ya da saç kurutma makine­si yanına koymak ya da karnına basınç uygulamak koliği azaltmak için uygulanan diğer yöntemlerdir. Aileler ve arkadaşlar tarafından önerilen bazı yön­temler işe yarayabilir, ancak bilimsel olarak araştırıl­mamıştır.
Sonuç olarak, ağlamaya erken yanıt, aşırı uyarıdan kaçınma, hafif yatıştırıcı hareketler, emzik kullanımı, kanguru kullanımı ve elektrik süpürgesi kullanımı infantil koliği azaltabilir. Ancak, infantil koliğin kanıtlanmış tek tedavisi zamandır.

Kolik bebeğe zarar verir mi?

Kolik selim bir durumdur. Pek çok bebekte semptomlar üçüncü-dördüncü ayda kaybolur, daha sonraki gelişimleri de çok iyidir. Yapılan bir araştırmada yaşamın ilk yılında anne-bebek bağının iyi olmamasına bağlı olarak geçici bir gelişme geriliği bildirmiş­tir. Kolikli vakalar iki-yedi ayda normal uyku düzenine sahip olur. Kolikli çocuklarda yineleyen karın ağrıları ve alerjik hastalıkların daha sık görül­düğü bildirilmekle beraber, 2001 yılında yayınlanan prospektif çalışmada astım ve alerjik hastalıklarla bağlantı saptanmamıştır. Bu çocukların ilerde titiz, agresif, uyku bozuklukları olan çocuklar oldu­ğu, ayrıca ailede gastrointestinal ve atopik hastalıkla­rın daha fazla görüldüğü bildirilmektedir. Başka bir çalışmada ise, üç aydan uzun süren ağlamalarda ileri yaşta bilişsel fonksiyonların bozulabileceği bil­dirilmektedir.

Saç dökülmesine neden olan başlıca 10 faktör:


1. Protein ve A vitamini eksikliği
Özellikle diyet ve hamilelik dönemlerinde protein eksikliği saç dökülmesine neden olabilir. Protein eksikliğini önlemek için et, balık ve yumurta, süt gibi protein kaynaklarının alımının ihmal edilmemesi önemlidir. A vitamini eksikliği veya fazlalığı her iki durumda saç kayıplarına neden olan bir faktördür.
2. Genetik faktörler
Erkeklerde görülen saç dökülmesi büyük oranda genetik faktörlerden kaynaklanmaktadır. Özellikle baba ve birinci derece akrabalarda saç dökülmesi kişi için tehlikenin ön işareti durumundadır.
 
3. Kullanılan ilaçlar
Fiziksel ya da ruhsal sağlık özelinde kullanılan ilaçlar saç dökülmesine neden olabilir. Bu gibi durumlarda doktora başvurulması önerilmektedir.
4. Stres
Uzun vadede stres insan vücudunda çeşitli etkilere neden olmaktadır. Duygusal veya psikolojik olarak strese maruz kalmak çeşitli şekillerde saç dökülmelerine de neden olabilir. Ancak tek başına stres bir dökülme nedeni değildir.
5. Doğum
Doğumun ardından östrojen miktarı azaldığı için saçlarda dökülme meydana gelir. Kadınlar için tehlike yaratmayan bu durumundan bir süre sonra saçlar tekrar eski halini almaya başlar.
6. Saçın şekillendirilmesi
Boya veya perma gibi yöntemler, uygun koşullarda yapılmazsa saçı yıpratabilir. Ayrıca atkuyruğu ve örgü düzeninde saçı toplamak ve saç lastiği ile sıkça saçı şekillendirmek de kayba neden olabilir.
7. Demir eksikliği
Demir eksikliğine bağlı anemi saç dökülmesine neden olabilen faktörlerden biridir. Kan sayımı yaptırarak demir değerinizi öğrenebilirsiniz.
8. Yaşlanma
60 yaşla beraber yaklaşık her 3 erkekten 2’si saç dökülmesi sorunu yaşar. 50’li yaşlarla birlikte kadınlarda da saç dökülmesi ve incelmesi sorunu sık görülür.
9. Tiroid
Tiroid bezi hastalıkları kilo alıp verme, ateş veya üşüme gibi sorunlara yol açtığı gibi, aşırı çalışan ya da çalışmayan tiroid saç dökülmesine de neden olmaktadır.
10. Bilinçsiz yapılan diyet
Bir düzen içerisinde yapılmayan diyetler genel anlamda bağırsak florasının bozulmasına neden olur. Düzeni bozulan bağırsak florası ileri aşamalarda bağışıklık sisteminin zayıflamasına zemin hazırlar.

Ankilozan Spondilit

Ankilozan Spondilit (AS) nedir?  

Omurga, kuyruk sokumu kemiği ve leğen kemiğini birleştiren eklemleri etkileyen iltihaplı romatizmal bir hastalık olan ankilozan spondilit için genetik yatkınlık önemli bir faktör.  
Hayatı ve hareketi kısıtlayan, ağrıya, iş görmezliğe, psikolojik sorunlara ve ileri evrelerde bazı hastalarda kamburluğa neden olabilen Ankilozan Spondilit (AS) hastalığı, sıklıkla genç erkeklerde görülüyor, ancak kadınlarda da görülme sıklığı seyrek değil. Ankilozan spondilitli hastaların birinci derece akrabalarında hastalığa normal popülasyondan yaklaşık 10 kat fazla rastlanıyor. Romatologlar, getirdiği fiziksel ve psikolojik sorunlarla toplumsal yükü ve maliyeti oldukça fazla olan engelleyici bir sağlık sorunu olan Ankilozan Spondilit (AS) hastalığı ile ilgili bilinç uyandırmayı hedefliyor.
Ankilozan Spondilit (AS) hastalığı hakkında bilgi veren Türkiye Romatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. İhsan Ertenli; “Türkiye’de yüzde 16,4 ile sağlık sistemine başvuruların başında bel ağrısı gelmektedir. Erişkin yaş grubunda her 200 kişiden birinde görülen ve ülkemizde yaklaşık 200.000 kişiyi etkileyen ciddi bir hastalık olan Ankilozan Spondilit (AS) hastalarının yüzde 40’ı hasta olduklarını ve hangi doktora gideceğini ne yazık ki bilmemektedir. Bu hastalara romatoloji uzmanları bakar. Türkiye’de Ankilozan Spondilit (AS) tanısı, hastaların doktora ilk başvurdukları tarihten ortalama 8 yıl sonra konabilmekte fakat hastaların başvurduğu ilk hekimin romatolog olması halinde bu süre kısalabilmektedir.

Ankilozan spondilit belirtileri

Her 100 Ankilozan Spondilit (AS) hastasından 7’sinin öyküsünde bel fıtığı ameliyatına rastlanmaktadır. Ankilozan Spondilit en çok fazla bel fıtığıyla karışmakta, her 3 ankilozan spondilit hastasından biri en başta bel fıtığı tanısı almaktadır. Doğru ve erken teşhis konmasının tedavi açısından büyük önem taşıdığını ifade ederek ifade eden Prof. Dr. İhsan Ertenli ankilozan spondilitte, görülen bel ağrısının özelliklerini şöyle anlattı: “40 yaş öncesinde başlayan, 3 aydan daha uzun süre devam eden, aniden değil yavaş yavaş başlayan, sabahları yataktan kalkmayı zorlaştıran, istirahat ile geçmeyip, uzun süre yatınca artan, hareket etmekle azalan ve ’inflamatuvar bel ağrısı‘ adı verdiğimiz bir ağrıdır. Bu şekilde bir ağrıya sahip kişilerde AS olma olasılığı bulunmaktadır’’ dedi.

Ankilozan spondilitin en önemli belirtisi

Ankilozan spondilitin diğer bel ağrılarından ayırt edilmesi için önemli bir faktör de sabahları uyanınca hissedilen tutukluk ve bel ağrısı. Ankilozan spondilit hastaları, sabah kalktığında özellikle belde, kalçada, boyunda, sırtta ağrı ve sertlik, hareketlerinde yarım saatten uzun süren kısıtlılık hissediyor.

Ankilozan spondilit erkeklerde kadınlardan daha sık görülür

Erkeklerde kadınlardan 3-4 kat daha sık görülen Ankilozan Spondilit (AS), hastaların çocuklarını kucaklarına alıp kaldırmalarını, onlarla doyasıya oynamalarını, gece rahat uyumalarını, hatta çoraplarını, ayakkabılarını giymelerini bile engelleyebilmektedir. Hastalarda yol açtığı engellenme duygusu, psikolojik sorunlara yol açabilmekte, hastalığın neden olduğu problemlerin yelpazesini daha da genişletmektedir. Ankilozan Spondilit (AS) çoğunlukla genç yaşlarda ortaya çıkan ve omurga, kuyruk sokumu kemiği ile leğen kemiğini birleştiren sakroiliyak eklemleri etkileyen bir romatizma hastalığıdır.

Ankilozan spondilit hastalarının diğer aile bireylerinde hastalık riski var mıdır?

Ankilozan spondilit hastalığı genetik bir hastalık olup, HLA B27 geni arasında sıkı bir ilişki vardır. Ankilozan Spondilit (AS) hastalarının yüzde 80-90’ında bu gen testi pozitiftir. Bu genin, bağışıklık sisteminin omurga ve eklemlere saldırmasına yol açtığı düşünülmektedir.
Ankilozan Spondilit (AS)’ in ortaya çıkışında genetik faktörlerin rolü olduğu için ailenin bir bireyinde AS veya diğer spondiloartritlerin ortaya çıkması durumunda diğer bireylerde de bu grup hastalıklara yakalanma riski artar.
Ankilozan spondilitli bir bireyin birinci derecede akrabasında hastalık çıkma ihtimali yüzde 10-20’dir. Diğer bir deyişle ankilozan spondilitli hastaların 1. derece akrabalarında hastalık normal popülasyondan yaklaşık 10 kat fazla görülmektedir. Ancak HLA B27 pozitif bireylerin yaklaşık yüzde 2’sinde hastalık gelişeceğinden, AS hastalarının semptomu olmayan yakınlarına HLA B27 testi yapılması gereksizdir.

Ankilozan Spondilit’in (AS) teşhis ve tedavisi

Hastalık bazı hastalarda omurgayı tamamen hareketsiz hale getirebilmekte, hasta başını dahi döndürememektedir. Hastalığın son seviyesinde bazı hastalarda toplum arasında ‘kamburluk’ olarak bilinen sırt ve boyun deformasyonu görülebilir. Oysa erken teşhis edildiğinde kontrol altına alınabilmekte, böylece hastaların yaşamlarına ağrısız ve hareket kısıtlılığı olmadan devam etmeleri sağlanabilmektedir. AS hastalarının mümkün olan en kısa zamanda doğru teşhis ve tedaviye ulaşarak fonksiyonel durumlarının ve yaşam kalitelerinin iyileştirilebilmesi için inflamatuvar bel ağrısı farkındalığının artırılması gerekmektedir.
Hastalıkla ilgili bilinmesi gereken önemli bir nokta her hastanın hastalığının kendine özgü bir seyri olduğudur. Bazı hastalar ömür boyu ufak tefek ağrılarla yaşar ve hiç kısıtlılık gelişmezken bazı hastalarda erken dönemde fonksiyon kayıpları gelişir. Bu nedenle her hastanın tedavisi deneyimli bir hekim tarafından o hastaya özel olarak planlanmalıdır. Günümüzde elimizde bulunan tedavi olanakları ile hastalığın ilerlemesini tamamen durdurmak ve hastalarımızın ağrısız ve sağlıklı bir şekilde yaşamalarını sağlamak mümkündür.

Mers

Mers nasıl bulaşır?

Suudi Arabistan ziyaretinden ve hastalığın görüldüğü ülkelere seyahatten döndükten sonraki 14 gün içerisinde ateş ile birlikte alt solunum yolu hastalığı belirtileri (ateş, öksürük, nefes darlığı) olan kişilerin bir sağlık kuruluşuna başvurmaları ve başvurduğu hekime seyahatine dair bilgi vermeleri gerekmektedir. Solunum yolu infeksiyonu geçiren kişi;
  • Hastalığı bulaştırmamak için mümkün olduğunca diğer insanlarla temas etmekten kaçınmalıdır.
  • Aksırma ve öksürme esnasında burun ve ağzı kağıt mendille kapatmalı, kullanılan kağıt mendili çöp kutusuna atmalı ve kağıt mendilin bulunmadığı durumlarda kolun iç yüzüne aksırmalı ya da öksürmelidir.
  • Sabun ve su ile sık sık elleri yıkamalı, su ve sabun olmadığı durumlarda el dezenfektanlarını kullanmalıdır.
  • Virüsün bulaşma yollarından olan ağız, burun ve gözlere temas etmekten kaçınmalıdır.
  • Grip gibi mikroplarla kirlenmiş olma ihtimali olan yüzey ve eşyaları temizlenip dezenfekte etmelidir.
Hac veya Umre nedeniyle Suudi Arabistan’a seyahat eden vatandaşlarımız;
  • Kalabalık alanlarda maske kullanılmalıdır.
  • Hayvanlarla (özellikle hastalık kaynağı olduğu düşünülen develerle) temas etmemelidir, çiğ süt ve hayvansal ürünler tüketmemelidir, çiğ tüketilecek sebze ve meyveler iyice yıkanarak tüketilmelidir.
  • Sabun ve su ile sık sık elleri yıkamalı, su ve sabun olmadığı durumlarda el dezenfektanlarım kullanmalıdır.
  • Virüsün bulaşma yollarından olan ağız, burun ve gözlere temas etmekten kaçınmalıdır
  • Grip gibi mikroplarla kirlenmiş olma ihtimali olan yüzey ve eşyaları temizleyip dezenfekte etmelidir.
  • Hasta kişiler ile yakın temastan kaçınmalıdır.
  • Suudi Arabistan ziyareti esnasında veya 14 gün içerisinde ateş, öksürük, nefes darlığı gelişirse bir sağlık kuruluşuna başvurmalı ve başvurduğu hekime seyahatine dair bilgi vermelidir.

Reflü

Reflü nedir?

Gastroözofageal Reflü Hastalığı (GÖRH) mide içeriğinin, özofagusa geri kaçması sonucunda oluşur. Bu durumda reflü olan mide sıvısı asit, pepsin ve safra tuzları ile karışmış alınan besinleri de içerebilir. Göğüs arkasında yanma hissi (Heartburn), sırta ve boğaza yayılabilir. Bu yanma yemeklerden 30 dakika sonra başlar, egzersiz ve öne eğilmekle artar. Ayrıca aşırı geğirme, hazımsızlık, uzun süreli öksürük, kusma, geceleri boğulma hissi, sırt ağrısı, ağza acı ve ekşi suların gelmesi, ağza kötü kokular gelmesi, diş çürükleri, kronik farenjit, boğazda yanma hissi ve ses kısıklığı gibi belirtilerle kendini gösterir.

Reflünün belirtileri nelerdir?

Reflünün en önemli belirtisi göğüste yukarıya doğru yayılan yanmadır. Yanma midede, boğazda veya boyunda hissedilebilir. Özellikle alkol, turşu, çikolata, ekşi, acı ve baharatlı yiyecekler yanmayı şiddetlendiren besinlerin başında gelmektedir. Bazı insanlar bu yanmayı midesinde, boyunda, omuzlarda ya da hatta sırtta ve kolda dahi hissedebilir. Kalp ağrısından bazen ayırt edilemez. Genellikle bu nedenle doktora başvururlar.
Göğüs ağrısı nedeniyle hastaneye başvuran hastaların % 50’de reflü özofajit saptanmaktadır. Reflüde ağrı aniden başlar ve saatlerce sürer, uykudan uyandırır, semptomlar daha çok yatarken ve uyurken meydana gelir, antiasit ve yiyeceklerle ağrı hafifler, sırt üstü yatma ve öne eğilmede hissedilir, spor yapmakla artmaz, sıklıkla gögüs kafesinin altında yada sırt bölgesinde hissedilir, yayılma göstermez. Ağrıya ilaveten ağıza ekşi su gelmesi sık rastlanan belirtidir. Boğazda ve ağızda kötü bir tat ve yanma bırakır, genellikle yemek sonrası nadiren de yemek sırasında meydana gelir.
  • Geçmeyen gıcık öksürük
  • Ses kısıklığı
  • Ses tellerinde polip veya nodül
  • Tedavi edilemeyen larenjit ve farenjit gibi boğaz enfeksiyonları
  • Boğazda dolgunluk ve gıcık hissi
  • Sık sık boğaz temizleme ihtiyacı
  • Tedaviye iyi yanıt vermeyen astım tekrarlayan astım nöbetleri
  • Tekrarlayan zatürre
  • Karında şişkinlik, geğirti
  • Hıçkırık
  • Ağız kokusu
  • Uykuda kısa süreli soluk durmalarında altta yatan hastalık olarak reflüden şüphe edilmelidir.
Sürekli boğaz temizleme ihtiyacı, ses kısılması, sık sık farenjit veya larenjit sorunu olan kişilerin çoğunda esas neden reflüdür. Yine müzmin öksürüğü olanların yarısında reflü hastalığı olduğu ortaya konmuştur. Hatta yıllarca öksürüp bir tanı konmadan doktor doktor gezen hastalar vardır. Astım ile reflü birlikte ise biri diğerini kötüleştirir. Reflüden şüphelenilen hastaların bazısında ise kalp ağrısından ayrılması imkansız göğüs ağrısı meydana gelir. Böyle durumlarda öncelikle kalp tetkiki yapıldıktan sonra reflüden şüphelenmek en doğru yoldur.
Yutma güçlüğü, ağrılı yutma, mide kanaması veya kilo kaybı reflünün bulguları olabildiği gibi tamamen farklı bir hastalığa da işaret edebilen durumlardır. Çocuklarda reflü hastalığı, basit kusmalar şeklindedir ancak özellikle süt çocuğu döneminde “ani çocuk ölümü” sendromu sorumlusu olabilmektedir. Çocukluk döneminde duruş bozukluğu, büyüme gelişme geriliği, kansızlık, zatürre atakları, solunum yolu hastalıkları, yeni doğanda boğulma atakları da reflünün başvuru nedenleri arasındadır. Çocukluk çağı astımının üçte birinin altında reflü yatmaktadır.

Hangi seviyede olursa normaldir? Hangi seviyede ise hastalık belirtisidir?

Fizyolojik reflü dediğimiz sağlıklı kişilerde de mide içeriğinde özofagus reflüsü olabilmektedir. Yapılan çalışmalarda, 24 saatlik özofagus pH monitörizasyonu (asit reflüsünü gösteren test) ile normalde de gastroözofageal reflü periyodları olduğu ancak bu reflünün total sürenin %4’ünden daha kısa süreli devam ettiği bulunmuştur. Bu durumun herhangi bir semptoma yada özofagus mukoza hasarına neden olmadığı gösterilmiştir. Sağlıklı kişilerde özellikle yemek sonrası ortaya çıkan fizyolojik sınırlardaki bu reflü, normal olarak kabul edilir.
Fizyolojik sınırları aşarak semptomların ortaya çıktığı ve yaşam konforunun etkilendiği aşamada hastalık belirtileri görülmeye başlamıştır. Reflünün ortaya çıkardığı yukarıda saydığımız semptomlar mide içeriğinin ve asidin özofagusa zarar verici etkilerinin başladığını işaret etmektedir. Bu tablo gelişince öncelikle tıbbi değerlendirme, özel testler ve gastroskopi sonrası uygun tedavinin planlanması gerekmektedir.

Reflünün neden olduğu sağlık sorunları

  • Çocuklarda büyüme-gelişme geriliğine
  • Akciğere mide sıvısı kaçmasına bağlı zatürreye,
  • Larenjit, farenjit, bronşit, astım gibi solunum yolu hastalıklarına,
  • Yemek borusu iltihabına (özofajit),
  • Peptik darlığa (midenin bir kısmının daralması),
  • Sindirim kanalı kanamalarına,
  • Anemiye,
  • Yemek borusu kanserine zemin hazırlayan Barrett hastalığına
  • Kansere yol açabilir.

Reflü tedavisi nasıl yapılıyor? Ne kadar sürüyor?

Gastroözofageal Reflü Hastalığı, özofagusta ve özofagus dışında yarattığı sorunlarla yaşam konforunu önemli ölçüde azaltır. Bu nedenle tedavi başlıca semptomların giderilmesi ve komplikasyon gelişiminin önlenmesi amacına yöneliktir. Öncelikle yaşam biçimini düzenleyen ilaç dışı tedaviler medikal tedaviye ek olarak uygulanır.
Hastanın yatağının baş tarafını yükseltmesi veya yüksek yastıkla yatması mide içeriğinin, yer çekim etkisiyle özofagusa kaçmasına engel olur. Kilo kaybı ile ideal kiloya inilmesi reflünün azalmasını sağlamaktadır. İçiliyorsa sigaranın bırakılması, yağlı yemeklerden kaçınılması, çay ve kahvenin aşırı derece tüketilmemesi, alınıyorsa alkolün kesilmesi, çikolata, biberli ve baharatlı gıdalar, portakal, limon gibi besinler ve kola gibi gazlı içeceklerin tüketilmemesi gerekmektedir. Yemeklerden en az 3 saat sonra yatılması önerilmektedir. Hastaların karın içi basıncını artıran korse, sıkı kemer takmak ve öne doğru eğilerek ıkınmak da reflüyü artırmaktadır. Her türlü stres mide ile ilgili sıkıntıları artırmaktadır. Aspirin ve diğer ağrı kesici ilaçlar gibi mukozaya zarar veren ilaçlar ile teofilin, antikolinerjikler ve kalsiyum antagonistleri gibi alt özofagus sfinkter basıncını azaltan ilaçlar tedavi esnasında kullanılmamalıdır.

Reflüde ilaç tedavisi:

Semptomların olduğu dönemde kullanılacak asit giderici (antiasit) ilaçlar, H2 blokerleri ve proton pompası inhibitörleri ile mide asit seviyesini düşürerek etki göstermektedir. Tekrarlayan göğüs arkası yanmaları, yaşam düzenleyici tedbirlere rağmen semptomları geçmeyen, kısa süreli tedaviye rağmen sık nükseden hastalarda uzun süreli tedavi gerekmektedir. Gastroözofageal Reflü hastalarının ancak % 30’u ömür boyu ilaç içmek zorunda kalır. Sürekli ilaç kullanmanın yan etkileri ve maliyet problemleri düşünüldüğünde, bu hasta grubunda kalıcı tedavi sağlayan laparoskopik reflü cerrahisi tek alternatif olarak kabul görmektedir. Günümüzde laparoskopik cerrahi ile başarı oranı % 90’ın üzerindedir.

Reflüde Cerrahi Tedavi:

Mide fıtığı veya reflü hastalığında ameliyat; sürekli ilaç içmek zorunda kalan, ilacı kestiğinde semptomları tekrarlayan, ilaca rağmen özofagustaki yaraları geçmeyen ya da ilaç kesildikten hemen sonra tekrar yaralar açılan, özofagus yüzeyinde ileri derecede hücresel değişiklik (Baret özofagusu) gösteren kişilere ve özellikle de genç yaş grubundaki hastalara önerilir. Günümüzde Laparoskopik reflü cerrahisi ile mide girişindeki açıklık kapatılır (hiyatal açıklık) ve onu takiben funduplikasyon dediğimiz mide fundusunun özofagus etrafına sarılarak sabitlenir. Laparoskopik olarak en fazla Nissen funduplikasyonu uygulanırken farklı açılarda sarılma işlemi de yapılır.

Reflü ve beslenme

Belirli gıdalar ve aşırı yemek, mide asidi üretimini arttırarak reflü şikayetlerine neden olabilir. Bazı gıdalar ise mide ve yemek borusu arasında bulunan, mide asidinin yemek borusuna çıkmasını engelleyen özofagus kasının zorlanmadan işlevini yerine getirmesine yardımcı olur. Zayıflayan özofagus kası özellikle yağlı ve kızarmış gıdalar, domates içeren yiyecekler, çikolata, kafeinli içecekler ve alkol nedeniyle düzgün çalışmayabilir. Bu yiyecek ve içecekler reflü ağrılarının artmasına yol açabilir. Bunun nedeni, bu gıdaların mide asidi üretimini arttırması ve sindirilmelerinin uzun sürmesidir. Uzmanların reflüsü olanlara tavsiye ettiği yiyecekler genellikle sindirimi kolay ve aşırı mide asidine neden olmayacak yiyeceklerdir.
Her insanın sindirim sistemi gıdalara farklı tepkiler verebilir. Reflü belirtileri genellikle asitli meyveler ve içecekler, kafein, çikolata, alkol nedeniyle artarken reflüsü olan bazı kişilerde bu gıdaların bazıları belirtilerin şiddetlenmesine yol açmayabilir. Sizde hangi gıdaların reflüyü arttırdığını bulmak için kendinize bir liste hazırlayabilirsiniz. Aşağıdaki sindirimi kolay besinler uzmanlar tarafından reflüsü olanlara önerilen gıdalardır.

Reflüye iyi gelen ve reflüyü artırmayan gıdalar

Aşağıdaki gıdalar mide asidini artırmadığı için reflüyü tetiklemez ve reflü hastaları tarafından güvenle tüketilebilirler. 
Elma, muz, patates (fırında veya haşlama), brokoli, lahana, fasulye, havuç, yağsız kıyma, haşlama tavuk gügüsü, balık, ekmek, beyaz peynir, yulaf, esmer prinç, kepek, beyaz prinç, mısır ekmeği, yağsız krem peyniri, soya peyniri, yumurta.
Bitkisel Protein: Bitkisel kaynaklardan alınan protein mide ve yemek borusu arasındaki asit geçişini engelleyen özofagus kasını zorlamaz ve reflüyü tetiklemez. Hayvansal gıdalardan alınan protein yerine protein bakımından zengin fasulye (özellikle siyah fasulye) ve mercimek tüketmek reflü belirtilerinin azalmasına yardımcı olur. Siyah fasulye ayrıca sindirim ve genel sağlık için önemli lif, folat ve antioksidanlar içerir.
Lifli Gıdalar: Lifli besinler sindirim sırasında aşırı mide salgılanmasını engeller ve reflü riskini azaltır. Beslenmenize tam tahıllı gıdaları, lif bakımından zengin meyve ve sebzeleri ekleyerek reflü nedeniyle yaşanan ağrıları hafifletebilirsiniz. Muz, elma, şeftali, armut, kavun ve çilek bir reflü diyetinde tavsiye edilen meyvelerdir. Ancak lifli olmalarına karşın aynı zamanda asitli olan portal, mandalina ve greyfurt gibi meyveler asit reflüye neden olabilir.
Sebzeler: Domates dışında kalan tüm sebzeler reflü hastalarına önerilmektedir. Tabi sebzelerle hazırlanan yemeklerin az yağlı olması ve sebzeleri salata şeklinde tüketecekseniz salata sosu kullanmamanız tavsiye edilir. Özellikle lahana gibi omega 3 yağ asitleri, vitamin ve mineral bakımından zengin sebzeler reflünün tedavisine yardımcı olabilir.

Reflüyü tetikleyen ve artıran gıdalar

Yağlı Gıdalar: Yağlı gıdaların sindirimi zordur bu nedenle mide daha fazla asit salgılamak zorunda kalır.  Kızartmalardan, aşırı tuzlu konserve yiyeceklerden ve koruyucu madde içeren içeceklerden uzak durun.
Domates: Yüksek asit içeriğiyle reflü şikayetlerini arttırabilir. Ketçap, domates salçası, domates suyu gibi besinlerinde genel olarak reflüyü olumsuz etkilediği bilinmektedir.
Sarımsak ve Soğan: Çiğ sarımsak ve soğan reflüyle ilişkili olsa da bazı uzmanlar sarımsak ve soğanın sadece bazı insanlarda reflüyü tetiklediğini bsöylemektedir.
Baharatlı Yiyecekler: Aşırı baharatlı ve acı yiyecekler reflüyü şiddetlendirebilir.
Nane: Mide ve yemek borusu arasında bulunan kasın gevşemesine neden olduğu için reflüyü artırır. Taze nane, naneli sakız, nane çayı ve naneli şekerden uzak durmalısınız.
Reflüyü tetikleyen gıdalar kişiden kişiye farklılaştığı için reflüsü olanlara önerimiz her öğünde yedikleri gıdaları not almaları ve raflülerini tetikleyen gıdalardan uzuk durmalarıdır.
Midede asit üretimini artırdığı, dolayısıyla reflü ağrılarına neden olan yiyecek ve içerecekler;
Portakal, portakal suyu, limon, limon suyu, greyfurt, kızılcık suyu, domates, kızartma gıdalar, yağlı et, yağlı kıyma, çiğ soğan, kızartma tavuk, ekşi krema, muzlu süt, dondurma, likör, şarap, bira, kahve, çikolata, pastane ürünleri, mısır cipsi, patates cipsi, koruyucu içeren konserve gıdalar, gazlı içecekler, çay.

Hamilelikte reflü

Hamilelik döneminde en çok mide şikayetleri görülmektedir. Bunların en başında da reflü gelmektedir. Hamilelikte reflü rahatsızlığına çok rastlanmasının sebebi, hamilelik döneminde yoğun olarak salgılanan progesteron hormonunun yemek borusu ile mideyi ayıran ve genelde kapalı durması gereken kapakçığı gevşetmesidir. Bunun sonucunda yiyecekler ve mide asidi yutak borusuna ve boğaza kadar geri gelmeye başlar. Bebeğin büyüyerek mideye baskı yapması da bu durumu kolaylaştırır.

Çocuklarda reflü

Çocuklarda, reflü en sık yemek borusu hastalığıdır. 6 aydan küçük bebeklerin %40 nda, 6-9 ayda % 40-70’inde var olduğu düşünülmektedir. Ancak reflü ancak yakınmaları ortaya çıkardığında Gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH) olarak adlandırılır. Bu durum bebeklerin 1/300’de ortaya çıkar. Daha büyük çocuklar için net rakamlar yoktur. Ancak reflünün tüm çocuklar arasında % 15 oranında bulunduğu ve reflü hastalığının ise çocukların % 3-5 nde var olduğu tahmin edilmektedir.

Reflüyü önlemenin yolları

  • Yüksek yastıkta yatın (Yatarken vucudun üst kısmı ve baş yüksekte olmalıdır).
  • Fazla miktarda yemekten kaçının (Fazla yemek mide basıncını artırır ve reflü olasılığı artar).
  • Az miktarda sık ve düzenli yemek yiyin.
  • Yiyecekleri yavaş yiyip, iyi çiğneyin.
  • Yağı azaltın (Kızartmalar, fast food yiyecekler ve margarinden kaçının. Aşırı yağlı yiyeceklerin midede kalma süresi de yüksektir ve daha fazla mide asidi salınmaktadır).
  • Çikolatadan kaçının (Çikolatada bulunan metilksantin denen madde yemek borusundaki kasları gevşeterek sinkterde gevşemeye yol açar).
  • Kahveden kaçının çayı az tüketin (Kafeinli veya kafensiz kahve reflü olasılığını artırır).
  • Yemek borusunu irite eden maddelerden kaçının.
  • Alkol, kola, gazoz gibi asitli içecekler, konserve meyve suları, içmeyin.
  • Çok baharatlı yiyeceklerden, turşu ve sirkeden kaçının (Baharatlar reflünün şiddetini arttırarak midede yanmayı arttırabilir. Bu nedenle baharatlı hazır gıdaları sınırlandırıp yemeklerinize daha az baharat kullanınız.
  • Yemekten sonra hemen yatmayın en az 1 saat oturun.
  • İçkilerden kaçının (Alkol mide asidini artırmaktadır).
  • Sigara ve diğer tütün ürünlerinden sakının (Nikotin yemek borusunun alt kısmındaki büzgeci gevşetmektedir).
  • Kilo almayın (Şişmanlık reflü şikayetlerini artırmaktadır).
  • Stresten mümkün olduğunca uzak durmaya çalışın.
  • Sıvı tüketimi mide basıncını arttırdığı için yemeklerde değil, öğün aralarında alın.
  • Özellikle öğünden sonra dar giysiler giymeyip daha rahat giysiler giymeye çalışın.

Reflü problemi yaşandığı dönemler için ofis çalışanlarına yönelik pratik önerileriler

Bu semptomları yaşayan ofis çalışanları öncelikle içiliyorsa sigara ve çok fazla kahve tüketiminden uzak durmalı ve iş ortamının stresini en aza indirecek tedbirler alarak korunabilirler. Yemek öğünleri az ve sık olmalıdır. Öğle arasında acı, baharatlı, yağlı, kızartma, gazlı içecekler, çikolata, nane, limon gibi besinleri uzak durulmalı. Çalışma ortamında, reflü gelişince antiasit ve mide ilaçlarını kullanmaları semptomları geçirebilir. Özellikle reflü geliştiğinde antiasitler çok hızlı bir şekilde rahatlama sağlar. Bu tip şikayetleri olan kişilerin hekim kontrolünden geçmeleri ve uygun tedavi modellerini almaları gerekmektedir.

Terminal Nevralji

Trigeminal nevralji- ani yüz ağrısı nedir?

Trigeminal nevralji, yüz bölgesini tutan bir nöropatik ağrı türüdür ve“tic douloureux” diye de adlandırılır. Trigeminal nevralji, trigeminal sinirin bir ya da daha fazla dalının kapsadığı alanda gelişen, ani, genellikle tek taraflı, şiddetli, kısa süreli, şimşek gibi saplanan bir ağrıdır. Yüz yıkama, yüze dokunma, yemek yeme gibi etkenlerle başlayıp şiddetlenebilir. Çeşitli çalışmalarda, trigeminal nevralji görülme sıklığının 100.000’de 5 ile 25 arasında olduğu bildirilmiştir. Kadınlarda 1.7-2.2 kat daha sık olduğu bilinmektedir.
Ağrının genellikle yüzün alt ve üst çene bölümünde görüldüğünü belirten Erdoğan, daha çok 50 yaş üzerinde görülen hastalığın, çocuklarda bile olabileceğini belirterek şöyle devam etti: “Hastalık çok sık görülmemesi nedeniyle genellikle diş hekimleri ve diğer hekimler tarafından atlanmakta ve teşhis genellikle nöroloji ya da beyin cerrahi uzmanlarınca konulmaktadır. Hastalık yüzün duyusunu sağlamanın yanında çiğneme kaslarının çalışmasını sağlayan trigeminal sinirde bir problem olması sonucunda oluşmaktadır. Trigeminal nevralji ağrısı sürekli, yakıcı veya sancılı bir ağrıdır, bu da hastayı sıkıntıya sokabilmektedir. Bazı hastalar bu ağrı nedeniyle yemek yiyemez, su içemez hale gelmektedir” dedi.

Trigeminal nevralji – ani yüz ağrısı nedenleri?

Hastalığın gerçek sebebinin ne olduğunun bilinmediğine işaret eden Erdoğan şunları söyledi: ”Bir damarın beyin sapından trigeminal sinirin çıktığı yerdeki teması nedeni ile olduğuna inanılır. Damarın her nabızda sinire vurması ile hastalığın ortaya çıktığı düşünülür. Bir diğer inanış ise beyin sapında duyu sinirinde olan beyin sapı bağlantısında anomalilik olduğudur. Sinire bası yapan tümör veya kitlelerin de bunu yapabileceği de düşünülür” diye konuştu.

”Rüzgara, klima ve havalandırmaya direkt maruz kalınmamalı”

Soğuk hava, soğukta yüzün rüzgara maruz kalması ya da yemek yemenin ağrıyı tetikleyebileceğine dikkati çeken Erdoğan, soğuk havaya çıkılması durumunda yüzün atkı ile korunması gerektiğini söyledi.
Klima ve havalandırmaya da direkt maruz kalınmaması gerektiğini ifade eden Erdoğan, çok sıcak ya da soğuk içecekler içilmemesi, içilmesi durumunda da ağzın hassas bölgesine değmemesi için pipet kullanılması gerektiğini kaydetti. Erdoğan, şöyle devam etti: ”Yemek yemek, diş fırçalamak, su içmek, traş olmak ya da makyaj yapmak gibi faaliyetler ya da soğukta yüze temas eden esinti, ağrının aniden başlamasını tetikleyebilir. İlk zamanlarda ağrı atakları çok sık olmayabilir, bazen aylarca, yıllarca ağrı olmaz ama tekrar başlar. Hastalık ilerledikçe bazı hastalarda zeminde devamlı ağrı ile beraber arada sık olarak şimşek çakar tarzda ağrı olmaktadır”

Trigeminal nevralji – ani yüz ağrısı tedavisi?

Tedavide daha çok epilepsi ilaçlarının kullanıldığını anlatan Erdoğan, ilaca rağmen hastanın şikayetleri devam ediyorsa, cerrahi alternatiflerden yararlanıldığını söyledi.
En sık kullanılan cerrahi yöntemin de mikrocerrahi teknikler kullanılarak damarın yaptığı bası ortadan kaldırılması işlemi olduğuna işaret eden Erdoğan, ilaca dirençli dayanılmaz yüz ağrısı çekilmesi durumunda mutlaka beyin cerrahisi uzmanlarına müracaat edilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Trigeminal nevralji – ani yüz ağrısında cerrahi tedavi ve algolojik yaklaşımlar

İlaç tedavisine dirençli trigeminal nevraljili hastalarda, gasserian gangliyon üzerine perkütan giriflimler (radyofrekans, gliserol enjeksiyonu, balon kompresyonu), gamma knife cerrahi ve mikrovasküler dekompresyon önerilmektedir. En uzun ağrısızlık süresinin sağlanması mikrovasküler dekompresyonla mümkündür. Multipl skleroza (MS) bağlı trigeminal nevraljide, farmakolojik tedavi yetersiz ise, gasser gangliyonuna yönelik uygulamalar denenebilir. MS’li hastalarda, gasser gangliyonunda vasküler kompresyon gösterilmedikçe cerrahi önerilmemektedir. Trigemainal nevraljide periferik uygulamalara ait sonuçlar, yetersiz ya da negatifdir.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Karaciğer Büyümesi (Hepatomegali) – Nedenleri ve Tedavisi

Karaciğer Büyümesi (Hepatomegali) – Nedenleri ve Tedavisi

Karaciğer Büyümesi

Karaciğer Büyümesi (Hepatomegali) Nedir?

Karaciğer vücudun en büyük organlarından biridir ve vücudun en önemli ve kritik görevlerini üstlenen organıdır. Hepatomegali olarak da bilinen karaciğer büyümesi bir takım sağlık sorunlarının sonucu olarak ortaya çıkar.
Karaciğerin normal büyüklüğü yaş ve cinsiyet gibi çeşitli parametrelere bağlıdır. Karaciğer tam boyutuna 15 yaş civarı ulaşır. Genellikle erkekler kadınlara göre daha büyük karaciğere sahiptir. Karaciğer vücut için kolesterol ve yağlı bileşiklerin sentezi ve karbonhidrat metabolizması gibi hayati görevleri üstlenir. Bağırsaklardaki düzenli sindirimi sağlayıcı ve yağların yıkımını sağlayan öd salgısını salgılar. Ayrıca ilaç ve alkol tüketimiyle vücuda giren toksik maddeleri vücuttan atmaya yardımcı olur.
Karaciğer büyümesi tek başına bir hastalık değildir fakat bu büyümeye neden olan birçok hastalığın belirtisidir. Çoğu insan karaciğer büyümesinin farkında olmadan yaşamını sürdürür.

Karaciğer Büyümesi Belirtileri

Karaciğerdeki büyüme az olduğunda, genellikle hiçbir belirti ortaya çıkmaz.
Şişkinlik Hissi
Ama karaciğer çok büyürse:
-Sürekli bir şişlik hissi
-Karın bölgesinde rahatsızlık
ortaya çıkar.
Bunlardan başka sarılık, kronik yorgunluk, güçsüzlük, mide bulantısı ve kilo kaybı da görülebilir.

Karaciğer Büyümesinin Nedenleri

Karaciğer büyümesinin doğrudan karaciğerle alakalı olmayan birçok nedeni olabilir. Bu nedenler kalp, bağışıklık sistemi, kanser, değişik bitkisel ilaçların kullanımı ve karaciğer kaynaklı hastalıklardan dolayı olabilir.

1. Karaciğer Kaynaklı Nedenler

Siroz: Karaciğerin yaralanmasına neden olarak çalışmasını engelleyen kronik bir hastalıktır.
Hepatitler: Hepatit A,B,C virüslerinin neden olduğu enfeksiyonlardır. Ayrıca alkolizm, belirli ilaçların aşırı kullanımı, bakteriyel enfeksiyonlar ve otoimmün rahatsızlıklar sonucu da ortaya çıkabilirler.
Alkolik Karaciğer Yağlanması: Aşırı miktarda alkol kullanımı sonucu karaciğerde yağlı maddelerin birikimi sonucu ortaya çıkar. İleri safhalarda alkolik hepatit adını alır.
Alkolsüz Karaciğer Yağlanması: Obezite, diyabet, yüksek kolesterol sonucu ortaya çıkar.
Öd Kesesinin Bloke Olması: Karaciğer yağların sindirimi aşamasında öd kesesinde bulunan öd adlı bir sıvı salgılar. Bu mekanizmadaki bir bozukluk karaciğer hasarına yol açar.
Tümörler ve Kistler: Karaciğer kistleri içi sıvı dolu keseciklerdir. Karaciğerdeki tümörlerin anormal büyümesi karaciğer hasarlarına yol açabilir.
Hastalıklar: Karaciğerde yağ, protein, bakır ve demir gibi maddelerin birikimine neden olan birçok hastalık vardır. Amiloidoz karaciğerde anormal protein birikimine neden olan bir durumdur. Karaciğerde bakır birikimi Wilson hastalığı, yağlı maddelerin birikimi Gaucher hastalığı ve fazla demir birikimi de hemokromatoz adını alır.

2. Kan Takviyesi Kaynaklı Nedenler

Kalp Yetmezliği: Kalbin vücuda yeterli kan pompalayamaması sonucu doğar. Kalp yetmezliği yağ birikiminden dolayı arterlerin daralması, hipertansiyon, kalp atış bozuklukları sonucu ortaya çıkar.
Budd-Chiari Sendromu: Bu durum karaciğer toplardamarlarını etkiler. Bu damarlar kanı karaciğerden kalbe taşmakla sorumludur. Bu damarlardaki bir tıkanıklık karaciğer büyümesine yol açar.

3. Kanserler

Karaciğer Kanseri: Karaciğer kanseri karaciğer hücrelerinin aşırı büyümesi sonucu ortaya çıkar.
Lösemi: Kanı oluşturan dokulardaki bozukluk sonucu ortaya çıkar. Lösemilerde kemik iliğindeki beyaz kan hücrelerinin anormal büyümesi görülür. Bunun sonucu bağışıklık sisteminde zaafiyetler ortaya çıkar.
Karsinoma: İç organlardaki zarlı organlardaki hücrelerin hasarı sonucu ortaya çıkar.
Lenfoma: Lenfositleri etkileyen kanser türüdür. Lenfositler bağışıklık siteminin önemli bir parçasını oluşturan beyaz kan hücreleridir.
Diğer Kanser Türleri: Metastatik kanserlerin en çok görüldüğü yer karaciğerdir. Bu kanserler vücudun bir organında başlar ve zamanla diğer organlara sıçrar. Örneğin; göğüs kanseri, kolon kanseri, akciğer kanseri karaciğere sıçrayabilir.

4. Diğer Nedenler

Sıtma: Bir tür sivrisinek ısırması sonucu sıtma parazitinin insan vücuduna taşınması sonucu ortaya çıkar. Nadir de olsa sıtma karaciğer büyümesine yol açar.
Reye Sendromu: Karaciğer ve beynin enflamasyonu sonucu çocuklarda görülen bir hastalıktır. Genellikle fazla aspirin tüketimi sonucu oluşur.
Bazı İlaçlar ve Bitkisel Takviyeler: Bu ilaçların tüketimi karaciğer sağlığını etkileyebilir. Örneğin; acetaminophen, retinol vb. gibi ilaçların fazla tüketimi hepatomegaliye yol açabilir. Ayrıca ökseotu, karayılan otu, kava ve kediotu karaciğer için zararlı olabilmektedir. Bu tür ilaç ve bitkisel takviyeleri kullanırken mutlaka doktora danışılmalıdır.
Otoimmün Hastalıklar: Vücudun kendi sağlıklı hücrelerine saldırması sonucu oluşan hastalıklardır. Otoimmün hepatitler ve otoimmün lenfoproliferatif sendrom karaciğer büyümesine yol açar.
Diğer Nedenler: Q ateşi, glikojen depolama hastalıkları, tüberküloz, toksinler ve sarılık da hepatomegaliye yol açabilmektedir.

Karaciğer Büyümesinin Tedavisi

Tedavi ancak kesin teşhisin konmasıyla başlayabilir.
– Alkol bağımlılığı sonucu karaciğer büyümesi olanlar acilen alkolü bırakmalıdır aksi takdirde ölümcül olabilir.
– Hepatitlerde ise karaciğerdeki enflamasyonu durdurmak için ilaç tedavisi uygulanır.
– Alkol bağlantılı olmayan obezitelerde hastalar düzenli egzersizlerle beraber düzenli kilo verme programına alınır.
– Diyabet hastalarında kan şekeri ve kolesterol seviyesi sürekli kontrol altında tutulur.
– Karaciğer kanseri ve lösemide ise kemoterapi uygulanır.
– Bazı tıbbi ve bitkisel ilaçlar kullanılırken riskleri hakkında haberdar olmak gerekir. Sigaradan yukarıda verilen hastalıkların çoğunu tetikleyici etki yaptığı için uzak durulmalıdır.
– Kimyasallarla temastan uzak durulmalıdır. Aerosol temzileyiciler kullanılmalıdır. Böcek ilaçları ve diğer toksik kimyasallar sadece iyi havalandırılmış ortamlarda kullanılmalıdır. Bu tür ilaçları kullanırken eldiven ve maske kullanılmalıdır.
Erken teşhis hastalık büyümeden erken tedavi şansını sağlar. Fakat teşhis ve tedavi gecikirse ölümcül olabilir. Yukarıdaki bahsi geçen nedenler çok ciddidir bu nedenle uzman doktorların gözetiminde ve mümkün olduğunca çabuk bir şekilde tedaviyi sürdürmek çok önemlidir.